Büyük Alim ve Mutasavvıf, Şeyh Mehmed Zahid Kotku K.S. Hazretleri'nin telif ettiği eşsiz eseri 'Evrad-ı Şerif' dijital ortamda yeniden hazırlandı. Evrad-ı Şerif'i indirmek için tıklayınız
Müellif Mehmed Zahid Kotku K.S. Hazretleri'nin "Ben naciziniz, siz aziz kardeşlerime ve diğer Müslüman kardeşlerime bir hizmetim olur düşüncesiyle, Üstaz-ı Muhteremimiz Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi (ks) Hazretleri'nin tertip ettiği ve bizlere emanet ettikleri ve iki bin sahifeyi tutan üç kitaptan aldığımız ve bunlara ilaveten "Buhari, Tirmizi, Camiüssağir ve Ramuz" kitaplarından aldığımız ve Kur'an-ı Azimüşşan'da Cenab-ı Hakk'ın bizlere talim buyurduğu dualarla hamde müteallik Âyet-i Kur'aniyyeleri ile, tehlil ve tevhide ait Âyet-i Kur'aniyeyi ve bir de bunlara ilaveten evliyaların isimlerinin anıldığı yerlere, Rahmeti İlahi'nin nazil olacağından onları da eklemek suretiyle bu dua kitabını istifadenize arz etmekteyim." diyerek kaleme aldığı eşsiz eseri 'Evrad-ı Şerif'i yeniden düzenlendi.
Eseri, Kotku Hazeretleri'nin yoluna küçücük bir hizmetimiz olması adına yayınlıyoruz.
EVRÂD'I ŞERİF'İ BİLGİSAYARINIZA İNDİRMEK İÇİN TIKLAYINIZ
Evrâd-ı Şerif ile ilgili Mehmed Zahid Kotku (ra) Önsözü
Mehmed Zâhid Kotku (ra) kimdir?
1315 hicrî ( milâdî 1897) yılında Bursa şehrinde, kale içinde Türkmenzâde Çıkmazı'ndaki baba evinde doğmuştur. Baba ve annesi Kafkasya'dan 1297'de göç eden müslümanlardandır. Dedeleri Kafkasya'da Şirvan'a bağlı eski bir hanlık merkezi olan Nuha'dandır ki burası dağ eteğinde, ipekçilikle meşhur, ahalisi müslüman, hâlen Azerî Türkçesi konuşulan bir yerdir.
Babası İbrahim Efendi Bursa'ya 16 yaşlarında iken gelmiş, Hamza Bey Medresesi'nde tahsil görmüş, muhtelif yerlerde imamlık yapmış, bir seyyid'dir. 1929'larda 76 yaşlarında iken Bursa ovasındaki İzvat Köyü'nde vefat etmiş ve oraya defnolunmuş, ehl-i tarîk bir kimsedir.
Annesi Sabîre Hanım, Mehmed Zâhid Efendi 3 yaşlarında iken vefat etmiş, Pınarbaşı Kabristanı'na gömülmüştür.
Babasının ikinci evliliği yine Dağıstan muhacirlerinden, Fatma Hanım'la olmuştur. Ondan doğma üç kız kardeş halen hayattadırlar. [1981] Bunlardan Pakize Hanım'ın efendisi de, Bursa Ulu Cami imamlarından ve İsmail Hakkı Tekkesi şeyhlerinden merhum Ahmet Efendi (K.S)'dir.
Mehmed Zâhid Efendi (Rh.A) ilk mektebi Oruç Bey İbtidâîsi'nde okudu, Maksem'deki idâdîye devam etti. Sonra Bursa Sanat Mektebi'ne girdi. Bu esnada Birinci Cihan Harbi dolayısıyla 18 yaşlarında askere celb olundu. 14 Nisan 1332'de asker oldu, senelerce askerlik yaptı, çok tehlikeli günler geçirdi, hastalıklar atlattı. Ordunun Suriye'den çekilmesinden sonra, binbir güçlükle İstanbul'a döndü.
10 Temmuz 1335'de Cuma gününden itibaren de 25 K. 30 şubede yazıcı olarak vazifeye devam etti. Kendi hatıra defteri kayıtlarından 1338 Martlarında henüz bu vazifede olduğu görülüyor.
Tasavvufî Yetişmesi ve Dinî Hizmetleri
İstanbul'da bulunduğu esnada çeşitli dini toplantılara, derslere, camilerdeki vaazlara devam etti. Bilhassa Seydişehirli Abdullah Feyzi Efendi'yi çok sevdiği anlaşılıyor. Bu arada 16 Temmuz 1336 Cuma günü namazı Ayasofya Camii'nde edadan sonra Vilayet önünde bulunan Fatma Sultan Camii yanındaki Gümüşhâneli Tekkesi'ne giderek Şeyh Ömer Ziyâeddin Efendi'ye intisâb eyledi. Günden güne ahvâlini terakki ettirdi.
Bu zât-ı şerifin, 18 Kasım 1337 Cuma günü vefatından sonra postnişin-i irşâd olan Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi'nin yanında tahsil-i kemâlâta devam etmiş, müteaddit defalar halvete girmiş, 27 yaşlarında hilâfetnâmeyi aldıktan sonra ondan Râmuzü'l-Ehadis, Hizb-i A'zam ve Delâilü'l-hayrât icâzetnâmelerini de almış, Bayezit, Fatih ve Ayasofya Camii ve medrese-lerinde derslere devam etmiş, bu esnada hafızlığını da tamamlamıştır. Bu aralarda hocasının işareti üzere muhtelif kasaba ve köylerde dini hizmet ifâ etmiştir.
Tekkelerin kapatılmasından sonra Bursa'ya dönmüş, evlenmiş, 1929'da vefat eden babası yerine Bursa ovasındaki İzvat Köyü'nde 15-16 sene kadar imamlık ettikten sonra Üftade Cami-i Şerifi'nin imam-hatipliğine tayin edilerek şehirde hisar içindeki baba evine yerleşti. Burada 1945-46'dan 1952'ye kadar hizmet eyledi.
1952 Aralığında Gümüşhaneli Dergâhı postnişini ve eski tekke arkadaşı Kazanlı Abdülaziz Bekkine'nin vefatı üzerine, İstanbul'a nakl olarak Fatih'te bulvara nazır Ümmügülsüm Mescidi'nde vazife gördü.
1.10.1958 tarihinde Fatih İskenderpaşa Camii Şerifi'ne nakloldu ve vefatına kadar bu vazifede kaldı.
Ahlâk ve Şemâili
Uzunca boylu, şişmanca, heybetli, beyaz tenli, dolgun pembe yanaklı, uzunca ak sakallı, geniş alınlı, aralıklı kaşlı, irice başlı, gül yüzlü, sevimli, alımlı bir kimse idi. Gençken zayıf olduğunu, öksüzlükte yemek yerine yumurta içivererek böyle iri vücutlu olduğunu gülerek anlatırdı. İlk görüşte insanda sevgi ve saygı uyandıran bir hali vardı. Tanıdığına tanımadığına selâm verir, güleryüz gösterir, gönül alırdı. İlk nazarda koyu kestane renkli görünen, fakat dikkatle bakılması imkânsız, esrarlı ve derin mânâlı gözleri vardı. Gözü içinde kırmızılık, sırtında ve karnında ise avuç içi kadar iri bir ben mevcuttu.
Hafızası çok kuvvetli idi, konuşması tatlı ve safiyâne idi. Çok kere halk telâffuzu kullanır, karşısındakine söz fırsatı tanır; kesinlikle bildiği bir şeyi bile sanki ilk duyuyormuş gibi yumuşak bir tavırla dinler, mânâlı ve nükteli cevap verirdi. Sohbetleri hoş, hutbeleri fevkalâde celâlli olurdu. Hutbe esnasında sesini yükseltir, ordu önündeki bir komutan gibi celâdetle ve irticâlen konuşurdu.
Özel hayatında ev halkına karşı müşfik ve latîfeci davranır, kimseye doğrudan doğruya birşey emretmez, telmih ve remiz ile söyler, anlaşılmazsa sabrederdi.
Fevkalâde mütevâzi idi. Kerametleri zâhir ve şöhreti àlemgir olduğu halde, talebelerine bile tepeden bakmaz, şeyhlik tavrı takınmaz, kendisini ihvânı arasında lâlettayin bir fert gibi görür, makamını ve kemâlini büyük bir maharetle gizlerdi.
Kendi üstadlarına fevkalâde saygılı ve bağlı idi. Tekke arkadaşları olan yaşlılar, üstadının meclisine gittiğinde diz üstü oturup, baş eğip hiç ayak değiştirmeden edeple oturduğunu anlatırlar.
Çok uzun ve derin düşünürdü, sohbetlerindeki buluşlara, teşbihlere hayran kalmamak mümkün olmazdı. Bir ayetin, bir hadisin üzerinde haftalarca, aylarca durup konuştuğu olurdu.
Ele aldığı bir kimseyi terbiye edip yola getirinceye kadar büyük bir sabırla çalışırdı. İlk zamanlarda kusurlarına müsamaha ederdi. Yıllarca çalışır, yarı yolda bıkıp bırakmazdı.
Dostlarına vefâsı emsalsiz idi; onları ziyaret eder, arar sorardı. Akrabalarına karşı vazifelerinde kusur etmez ve onlara her türlü yardımı esirgemezdi.
Çok açık elli idi, verdiği zaman şaşılacak miktarda verir, geriye kalmamasından korkmaz, verdiğini doyururdu. Sofrasında ekseriya misafir bulunurdu. Hizmet edenleri bir vesile ile memnun eder, ziyaretçilere güleryüz gösterir, kapısını her zaman açık tutmağa çalışırdı.
Gece ve sabah ibadetlerine çok riayet eder, talebelerini de bunlara teşvik eylerdi. İnsanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı. Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı.
Mehmed Zâhid Efendi (Rh.A), ömrünün son yıllarında rahatsız idi; ayakta gezmesine rağmen; şiddetli ağrılarından muzdaribdi. 1979 yazında uzun zaman kalmak üzere gittiği Hicaz'dan, ağır hasta olarak 1980 Şubatı'nda dönmek zorunda kalmıştı. 7 Mart 1980'de ameliyata girdi ve midesinin üçte ikisi alındı.
Ameliyattan sonra tedricen düzeldi, hatta 1980 Ramazanı'nda hiç aksatmadan oruç tuttu. Hatimle teravih kıldı, vaaz etti, yazın Balıkesir Ilıca'ya, Çanakkale Ayvacık sahiline ağrıyan ayakları için götürüldü, hac mevsimi gelince de Hicaz'a gitti. Fakat ameliyata sebep olan rahatsızlığı nüks etmiş ve ağrılar tekrar başlamıştı. Haccı güçlükle ifadan sonra, 6 Kasım 1980'de çok ağır hasta olarak İstanbul'a döndü. Tam bir hafta sonra 13 Kasım 1980'de (5 Muharrem 1401), Perşembe günü öğleye yakın, dualar, Yâsin'ler, tesbih ve gözyaşları ile uyur gibi bir halde iken ahirete irtihal eyledi.
Cenaze namazı 14 Kasım 1980 Cuma günü İstanbul Süleymaniye Camii'nde muhteşem, mahzun, vakur ve edepli bir cemm-i gafir tarafından kılınarak, mübarek vücudu, Kanûnî Süleyman Türbesi arkasında, kendisinden feyz aldığı hocaları ve üstadlarının yanındaki istirahatgâhına defnolundu.
ESERLERİ
1. Tasavvufî Ahlâk (5 Cild)
2. Cennet Yolları
3. Mü'minlere Vaazlar (2 Cild)
4. Ehl-i Sünnet Akaidi
5. Ana Baba Hakları
6. Hadislerle Nasihatlar (2 Cild)
7. Nefsin Terbiyesi
8. Tezkiretül-Evliyâ Tercümesi
9. Risâle-i Hàlidiyye Tercümesi
10. Evrâd-ı Şerif
11. Faydalı Dualar ve 32 Farz Mecmuası
12. Yemek Âdâbı
Konuşmalarından Hazırlanan Kitaplar
1. Zikrullahın Faydaları
2. Özel Sohbetler
3. Peygamber Efendimiz
4. Tenbihler
|
Her dersime başladığım hitabımla bu dersime de "Esselâmü Aleyküm ve Rahmetullah" diyerek başlıyorum.
Aziz kardeşlerim;
Bervech-i peşîn arz edeyim ki müslümanlık yalnız ibadetle kaim olamaz.
İslâmın beş esası benimsenmedikçe Müslüman olunamaz. Bu esaslardan herhangi birini bilerek terki, dinden çıkmaya kâfidir.
İslâm'da itikad hiç şüphesiz ki en mühim unsurdur. "Amentü" ile ifade edilen altı esas imanın şartıdır.
İmanı takip eden ameller: Namaz, Oruç, Hac, Zekat , Kelime-i Şehadet ve imanın dışında değil içindedir. Bu hususta tafsilat vermek, kısa ders saatleri içinde mümkün değildir. İlmihal kitaplarını tetkik buyurmakla bilginizi artırmanızı tavsiye ederim.
İslâm dini insan saâdeti için değişmez prensipler va'zetmiştir. Bu prensipler geçici yani günlük olmayıp ebedî'dir. Riayet edildikleri nisbette insan mes'ud olur. Huzur ve saâdeti devamlı olur.
Ferdler için saâdet bahseden yüce İslâm dini cemiyetleri de sağlam ve kuvvetli hale getirir. Zîra bu din içinde ahlak da dahildir. Müslüman kimse; kimseyi incitmez, elinden ve dilinden emin olunan kişi demektir. Herkese iyilik yapar. Yemez yedirir. Giymez giydirir. Kimsenin aleyhinde bulunmaz. Varlığı ile övünmez. Kibir, hased, ucub, riya, hırs, kin, şöhret, gazap, fitne, fesad ve emsali çirkin huylardan uzak, cesur, cömert, mütevâzi, haline razı, mühlis, Hakk'ın verdiğine razı, şöhret ve gazapdan ârî, müşfik ve merhametli, velhasıl Ahsen-i Takvim sıfatlarını taşıyandır.
Ahsen-i Takvim'i biraz daha izaha çalışalım: Geniş mana itibarıyla huy güzelliği ve kâmil bir akla sahip demektir. Hüsnü-zan sahibi ne aldanır ne de aldatır. Hâlim, selim, kibar, edip, âlim salih, zahid, abid, müttaki, süretinde yaratılan Eşref-i Mahluk'tur. Bu yaradılışa, yaradan'a sonsuz şükürler dilden düşürülmemeli... Şükrün içinde Allah'a ibadet ve taât muamelâtta ve münakehatta eksiksiz uymayı istemek, Hakk'a kulluk etmek de vardır.
Bunların hiç birisini ihmal ve terk edemezsiniz. Etmemeniz dini vecibenizdir.
Adem oğlu bilmeyerek Allah'ın emirlerine uygun olmayan hareketler yapmış olabilir.
Bilinmeyenler için aff-ı mağfiret dilemeli ve bilinenler için tevbe-i istiğfar etmelidir.
Aff-ı mağfiret ve tevbe-i istiğfar yaşadığımız müddetçe ve her an yapılmalıdır.
İki cihan saadetinin, Allah'ın emrine tam bir intikiyat ile elde edilebileceği bir an hatırdan çıkarılmamalıdır.
İslam da itikad, amel, aile yuvası kurma ve her türlü muamelatın ne suretle yapılacağı tesbit edilmiştir. Hilafına hareket edenlerin cezaları da tayin edilmiştir. Mücâzâta maruz kalmamak müslümanın elindedir. Bu uğurda gayret sarfetmenizi tavsiye ederim. Zira Allah'ın mücâzâtı kulun mücâzâtı gibi değildir. Sonu bitmeyen bir hayat vardır. Bu hayat ya daimi olarak cennet nimetleri ile devam edebilir veya cehennem ateşi ile sürebilir.
Müslümanlar cennet nimetlerine namzettir. Hidayet yolunu Allah bize kapatmasın
Aziz kardeşlerim:
Müslüman yaşamayı Müslüman ölmeyi ve ilelebet cennette kalmayı Hak Celle bizlere nasip etsin Amin !
Bu tazarrumuzun aşağıdaki duaları okuyarak kabulünü niyaz edelim.
Bugüne kadar pek çok dua kitapları nesredilmiştir. Ben naciziniz, siz aziz kardeşlerime ve diğer müslüman kardeşlerime bir hizmetim olur düşüncesiyle, Üstaz-ı Muhteremimiz Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi (ks) hazretlerinin tertip ettiği ve bizlere emanet ettikleri ve iki bin sahifeyi tutan üç kitaptan aldığımız ve bunlara ilaveten "Buhari, Tirmizi, Camiüssağir ve Ramuz" kitaplarından aldığımız ve Kur'an-ı Azimüşşan'da Cenab-ı Hakk'ın bizlere talim buyurduğu dualarla hamde müteallik Âyet-i Kur'aniyyeleri ile, tehlil ve tevhide ait Âyet-i Kur'aniyeyi ve bir de bunlara ilaveten evliyaların isimlerinin anıldığı yerlere, rahmeti ilahinin nazil olacağından onları da eklemek suretiyle bu dua kitabını istifadenize arz etmekteyim.
Dualarınızla bizim de hakkın rızasına nail olmaklığımıza sebep olursunuz.
Abdest alarak tam bir ihlâs ile okuyacağınız dualarınızı Cenab-ı Hak kabul buyursun. Cenab-ı Peygamberimiz (sav) şefaatçimiz olsun. Amin!
Bu okuyacağınız Evradı Kur'aniye, Üsame (R.A)'nin Rasûlûllah (sav) Hazretlerinin emri şerifleri ile Kur'an-ı Azimüşşan'dan tertip ettikleri yedi günlük evrattır. Şöyle ki: Üsama (ra) bir vakitler Acemistan'ın Isfahan şehrine gitmişler. O gün orada (Karamıta) denilen sapık bir mezhep hakim bulunmakta imiş. Mübarek ve muhterem Üsame Hazretlerini hapsetmişler ve sabrı tükeninceye kadar da işkencede bulunmuşlar. Bir Cuma gecesi rüyasında Rasûlü Ekrem (sav) Hazretlerini görmüşler ve Rasûlü Ekrem (sav):
Ya Muhammed b. Üsame; kalk ve Mushaf'ı Şerif'i al ve ondan yedi evrad çıkar. Haftada hergün için bir virdi mahsûsu tertip eyle. Ve hergün o virdi oku. Muhakkak sen hapisten çıkar ve bu halinden daha güzel bir hala erişirsin.
Cuma günü Kur'an-ı Azimüşşan'da bulunan bütün hamde taallük eden ayetleri, Cumartesi günü Kur'an'daki bütün istiğfar ayetlerini, Pazar günü Kur'an'daki tesbih ayetlerini Pazartesi günü bütün tevekkül ayetlerini, Salı günü bütün selâmet ayetlerini, Çarşamba günü bütün tehlil ayetlerini, Perşembe günü de Kur'an-ı Azimüşşan'da mevcut bütün dua ayetlerini toplaması ve hazırlayacağı bu evradı günü gününe okuması tavsiye olunmuş. O mübarek zat Peygamber Efendimizin emirlerine imtisâlen bu evradları hazırlamışlar ve okumağa başlamışlar. Biiznillâhi Teâlâ Cenab-ı Hak da tesirini halk edip hapisten çıkıp kurtulmuşlar. Binaenaleyh her kim ihlâs ile herhangi bir niyet üzerine okusalar, mutlaka muratlarının Allah Teâlâ'nın izniyle hâsıl olacağından hiç şüphe edilmemelidir.
Sonra bir çok evradlar vardır ki, meselâ: Abdülkadir Geylani'nin, Ahmet Rufai Hazretlerinin, Hasan Şazeli'nin, Muhammed Bahaeddin Nakşibendi Hazretlerinin ve daha nice büyüklerin tertip ettikleri günlük ve haftalık evradlar vardır. Fakat bu yedi günlük Kur'an evradı gibi bir evradı azim daha meydana getirmenin imkanı yoktur. Onun için bunun kıymetini iyi bil. Ve her günkü evradı günü gününe oku; niyetini halis kıl. Cenab-ı Hak senin muhtaç olacağın her şeyi bilir ve sana mükafatı da ihsan eder. Yeter ki sen hemen onun yolunda olasın, emirlerine mutî ve yasaklarına da uzak olasın. Sonra emirlerini ve yasaklarını belle ve mutlaka etrafındaki insanlara ve bahusus komşularına bunları öğretmeye çalış. Bunu yapmadığın takdirde Hakk'ın yolunda bulunmuş olmazsın. Bunu da iyi bilesin, bu da Cenab-ı Peygamberin tavsiyeleridir.
Ahmed b.Hanbel'in "Müsned"inde Üsame b.Zeyd (R.A)'ın hadisleri meyanında olsa gerektir. Fakat hepimizin bildiği bir Âyet-i Kerîme vardır ki, mealen şöyledir:
"Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı ateşten koruyun ki onun tutuşturucusu insanlarla taşlardır." (Tahrim 66/6)
Yani insanların evvela kendilerini sonra da kendi yakınlarını, dünya ve âhiret ateşinden kurtarmağa çalışmak başlıca vazifelerinden olmakla, evladını güzelce öğretip emr-i ilâhi ve emr-i Resûlullah'ı güzelce tutmak, yine Allah (Azze ve Celle) Hazretlerinin yasaklarını ve günahlarını belleyip onlardan kaçmak, efrad-ı ailesiyle yakınlarını dost ve akrabalarını, bahusus komşularını, kendisinin yaptığı hayırlı şeyleri yapmağa ve günah ve yasak şeylerden kaçındırmaya çalışmaları, mecbûri vazifelerimiz arasındadır. Çünkü müslümanlık nasihatle kâimdir, denilmiştir
Şu halde cehennemin ve dünyanın azabından hem kendini hem de başkalarını kurtarmak her müslümanın vazifesi değil midir? Bu okuduğumuz dualar ve yaptığımız ve yapacağımız bütün ibadetlerin Hakk'ın huzurunda kabule şayan olabilmesi için günahlardan tamamıyla sıyrılıp kurtulmak gerekir. Kötü huylar da bu günahlardan hiçte aşağı değildir. Meselâ, bir eşkıya dağda yol keser, hırsızlık yapıp para kazanır, bir diğeri de şehirde oturduğu yerde seni lafıyla kandırıp paralarını kolaylıkla alır. Şimdi bunların her ikisi de eşkıya, biri gizli biri de aişikar. İkisi de birbirinden tehlikeli. İşte günahlar da böyle, birisi âşikâr günâh: Zina, kumar, katil gibi, biri de:Kibir, riya, hased ve sair gizli günah.
Bunların hepsinden sakınmak ve kaçınmak nasıl lazımsa, ibadetlerin de kabulü için mutlaka bütün büyük ve küçük günahlardan ve bütün yaramaz huylardan ve günahlardan, hele para sevgisinden (kendini kurtar da göreyim seni) kaçınmak lazımdır. Allah cümlemizi muhafaza etsin. İnsan para sevgisine ve günahlara müptelâ olunca artık gözler perdelenir. Hakk'ı görmez olur. İşte o zaman gayr-i ihtiyari bâtıla Hak, Hakk'a da batıl dedikleri, artık hepimizin gözü önünde cereyan eden hadiselerdendir.
Onun için aziz ve muhterem kardeşim! Bu duaları güzelce oku, ibadetlerini de yap, sonra da günahlardan hem kendin kaç, hem de başkalarını kaçındır. Müslümanlık ancak böyle yaşar. Müslümanlık da buna "Emri bil'ma'rûf nehyi ani'l münker" denir. Müslümanlığın can damarıdır, ma'rûf ile emir, münkerat-ı nehiy etmek.
Sonra ikinci kısımda ise Cenab-ı Peygamber Efendimizin mübarek fem-i saâdetlerinden sudûr eden dualarıdır ki, bunlar hepimiz için baş tacıdır. Bunlara ilaveten bazı meşhur dualar da vardır. Bizleri duadan unutmamaya vesile olur ümidiyle sizlere takdim ediyoruz. Hak Sübhanehû ve Tealâ cümlemizden ve cümlenizden râzı olsun.Amîn.
Ebû Bekir Sıddık Hazretlerinin bu Âyet-i Kerime hakkında buyurdukları meşhurdur. İnsanın gerek kendini gerekse hemcinsini ateşten koruması ve kurtarması, ancak cihad ve cihada yardım ile olacağından kimsenin şüphesi yoktur. Cihaddan ve ona yardımdan kaçmak, hem İslâm'ın mahvına sebep olur, hem de tâ cehennemin içine tam düşülmüş olmasına sebep olur. Cihadın da mutlak küffâr ile olması şart değil. Düşman ve küffâr ile olan cihada, cihad-ı asgar, yani küçük cihad buyurdukları malumdur. Asıl cihad, numûne bir müslüman olduğumuzu dünyaya göstermeğe çalışmaktır.
Onun için aziz kardeşim, sana sözlerimi tekrar edeyim. Müslümanlık bir taraftan ibadet bir taraftan yasak ve günahlardan kaçmaktır. İşte bunları öğren ve mümkün olduğu kadar her müslümana da öğretmeğe çalış.Yalnız ibadetle kulluk tamam olmaz. Her halde hem ibâdet, hem itikat, hem nikâh hem de muamelâtda (yani alış verişte) müslüman usulünden ve yolundan dışarı çıkma, ve bunu her müslümana söylemekten de çekinme vesselâm. Zira, duâ (Muhhu'l-ibâde) yani kulun Allah Tealâ'ya ilticası ve yalvarmasıdır ki, kulun Hakk'a bu kadar yakın olduğu bir hal yoktur. Bu da Cenab-ı Hakk'ın en sevdiği haldir ki; kulunu bu halde me'yûs ve mahzûn etmez. Elbette ve elbette istediklerini fazlasıyla verir. Sen de bundan gafil olma. Senin kendi uydurduğun duâ, duâ değil, asıl duâ Hakk'ın sana öğrettiği Kur'an lafızlarıdır. Sen bu duâları cân-ı gönülden oku ve bizleri de duâlarından ayırma.