İBRAHİM SAY 1999 Mezunumuz
EKMEK ARASI LAHMACUNDAN THE İMAM?A
Ekmek arası lahmacun yediğimiz günler geldi aklıma. Tuhaf değil mi? Farkındayım. Ama öyleydi. Otostop çekerek yollara düştüğümüz o dönemlerde, öğle yemeğindeki en kallâvi menü buydu bize göre. Doksan küsür kişilik sınıflarda tabiri caizse üst üste oturulan sıralarda işlenirdi dersler. Takım elbisenin oldukça lüks olduğu dönemlerdi. Boyumuzdan uzun kravatları takarak belki de başkalarından alınan ceketlerle fiyakamız da fena değildi hani…
Hani deriz ya, “Hey gidi günler hey” … İmam hatipli olmak, o dönemde böyle bir şeydi. Garibanlardan oluşan bir grup çelik yürekli genç... Kavgalarıyla, problemleriyle, kaçamaklarıyla İMAM HATİP RUHU işte bu… Birilerinin öcü diye baktığı, sadece cenaze yıkayan, elinden bir iş gelmeyen, doktor-mühendis vs olmaya hiç hakkı olmayan ve belki işçi, belki de kendi halinde garibanca bir hayat yaşamasına bile izin verilmeyen insan yığını… Belki böyle görünüyordu dışarıdan halimiz.
Otostop çekerek okula gelen, yağmurda çamurda belki bir paltosu bile olmayan, o her zaman üşüyen çocuk… Bisikletiyle terler içinde ya da yağmur altında sırılsıklam koştura koştura gelen sen mahzun delikanlı… Sürekli bisikletinin zinciri attığı için paçaları simsiyah yağ lekesi olmuş gariban… Çok uğraştılar seninle… Ne mahkemeler kurdular vicdandan barındırmayan içlerinde… Kaç defa astılar seni, kaç defa sürgüne gönderdiler belki de…
Ama bilemediler, bilemeyecekler de… Neyi mi?
Cüssesi küçük, niyetleri ve yürekleri büyük delikanlılar, cengâverler… İstedikleri zaman doktormuş, mühendismiş, hâkimmiş savcıymış ne ki… Yeri geldiğinde cumhurbaşkanı bile olabilecek irade ve kabiliyete sahip bir yürek taşıyan umut erleri… Önüne konulan her türlü engeli basamak olarak görebilen ve her daim ufukta bir aydınlık muştucusu olan vatan âşıkları…
Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Nesli,
Üstad Sezai Karakoç’un Diriliş Nesli,
Mehmet Akif’in Asım’ın Nesli,
Nurettin Topçu’nun Beklenen Nesli,
Ali Ulvi Kurucu’nun ateşler içinde yanmayan Nesli…
Attığı adımlarla ardından gelenlere kocaman izler bırakan, yaktığı bir kıvılcım ateşiyle asırlarca yanan meşaleler tutuşturan ve Klâs Duruş’u ile dünyaları dize getiren bir medeniyet işçisidir. Fildişi Kulesinde fikir işçiliği yapan, otopsi masasındaki bilge kişidir imam hatiplim…
Evet, eksiklerimiz var, sıkıntılarımız var… Tökezlediğimiz, düştüğümüz günler oldu. Engellere takıldığımız zamanlar oldu. Her medeniyet bir fetret devri yaşamıştır, biz de yaşadık belki… Bazen geriye attığımız birkaç adım oldu. Bazen içimizden dökülenler oldu bu kutlu yürüyüşte, bazen anlamadık derdimizin ve bize yüklenen mesuliyetin büyüklüğünü… Evet, göremedik bazen önümüzdeki tümsekleri ya da çukurları. Bazen yanlış levhalar koydular önümüze bizi saha dışına doğru gönderen. Ama asıl olan yolda olmaktı ve aslında mesele bu nehirden bir yudum su içmekti. Gördük ve tecrübe ettik bunu. Düşen kalktı, geri adımlar atan daha hızlı koşmaya başladı, Çukura düşen daha da yükseldi zirveye… Yola, düşe kalka yürümeyi göze almakla düşülür. Bunu öğrettik gözümüze kaçan dünyaya biz…
Bu anlamda hayat bir yolculuktur. Aşamaları vardır, durakları vardır. Doğum, çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık… İşte bu yolculukta önemli bir durak var. Gençlik…
Gençlik, medeniyetin tohumudur. Bu tohumun özüne bakarak yarınımızı keşfedebiliriz. Her devrin gençliği, kendi enerjisini kullanabileceği bir dünya kuruyor. Ve yaşadığımız dünya her geçen gün farklı bir cilve ile karşımızda tezahür etmekte. Kaşık ile verdiğimiz iyi niyet karşısında, kepçelerle karşılık gören bir taassup zırvalığı… “Kirli mülkiyet zebanileri” karşısında her daim iç dinamikleri ile kendisini yenileyen, “öze dönüş” yolunda iri adımlarla vakur bir şekilde ilerleyen umut elçileri… Her türlü melânete karşı dua ile karşılık veren naif yürek… İşte İmam Hatip Gençliği… Selam size…
Her dönemin görüntüsü farklı… Her dönemin gençliğinin yazgısı farklı, kulesi farklı… Eski Mısır’ın gençliği tabiatla çetin mücadelenin sahnesinde, Sümer gençliği tapınakta, Yunan gençliği olimpiyatlarda, Roma gençliği ise forumda kendi siması ile görünmektedir. İlk İslam dünyasının yaşattığı gençlik, insanlığa hayır ve hizmet yarışında iken Cengiz ve Moğol gençlerinin, kestikleri kafalardan kule yapmak hususunda yarıştıkları görülmektedir.
Peki, bizim çağımız, bizim gençliğimiz, bizim varlığımız… Adımlar attığında dağların yürüdüğü, içinde yanardağdan fışkıran lavların erittiği, bir tebessüme gönüllerde zambakların renk verdiği o kutlu sevda… İMAM HATİPLİM… Yükün var, taşıyorsun; sözün var, yazıyorsun; davan var, yaşıyorsun; hedefin var, koşuyorsun… Yak umutları, dirilsin kalpler, yeşersin medeniyetimiz, “ağa ustalarının emekleriyle yeniden ustalar ustası olma zamanıdır artık…
Karanlık gecelerin, zamansız saatleri nispetince olsun nefeslerimiz. Bu sayede RUH dediğimiz şey hayat bulacaktır. Medeniyetlerin ruhu, barındırdıkları nefesler adedince ve kuvvetince olur. Ve ruh, sahibinin inşirahı ile varlığını kazanır. İMAM HATİP ruhu ne zaman yağdı gökten bir yağmur gibi bu diyarlara, işte o zaman orda olan da olmayan da nasiplendi bu bereketten. “Soğuğa dayanıklı kılan bir bilgi” yolunda, birazcık yağmurda ıslanmak hiçbirimizi incitmeyecek. Ve bu ruh, bizleri gidemediğimiz yolların yolcusu yapacak… Yeter ki yolda olalım ve yolcu olmaya niyet verelim… Mübarek olsun kutlu sevdan, yolun açık, nasibin bereketli, kısmetin kaderinle umut bulsun…
Bu kutlu yolculukta son söz Üstad Mehmet Akif İNAN’dan…
Doğ ey güneş erit taştan adamı
Ve kurut taşları diken elleri.
Kurtuluş haberi olsun dünyaya,
Ayırma üstümden bir an gölgeni…
İbrahim SAY
23.03.2015