* İLETİŞİM NUMARALARI AYDIN KAYNARPINAR 05054830058ALİ BİLGİÇ 05055020621AHMET BAYAR 05357637429
* KÖTÜ NİYETLİ KİŞİLERİN MEZUNLARIMIZIN TELEFON NUMARALARINI ART NİYETLE KULLANDIKLARINI TESBİT ETTİK. BU NEDENLE NUMARALARI GİZLEDİK. ULAŞMAK İSTEDİĞİNİZ MEZUNLARIMIZIN TELEFON NUMARALARINI İLETİŞİM BÖLÜMÜNDEKİ TELEFONLARI ARAYARAK ULAŞABİLİRSİNİZ
  SEYFİ GÜNAÇTI 1971 MEZUNUMUZ EĞİTİMCİ YAZAR
Adana yollarında
  MUSTAFA VARLI 1963 MEZUNUMUZ E.HATAY İL MÜFTÜSÜ
HAYIRLI SABAHLAR
  AHMET BULUT 1970 MEZUNUMUZ EMEKLİ GAZİANTEP İL MÜFTÜSÜ
ŞEFKAT ABİDESİ ANALARIMIZ
  DR ALİ CAYMAZ 1990 Mezunumuz
İMAM-HATİP LER
  SELAMİ KAYTANCI 1971 Mezunumuz Eğitimci
Deve kuşu gibi olmak!..
  GAZİ MERT 1964 Mezunumuz Eğitimci Yazar
ANAMUR’DA BİR İLK: BILDIRCIN ÇİFTLİĞİM
  NİZAMETTİN DURAN 1975 Mezunumuz Eğitimci Yazar
Diyanet İşleri Eski Başkanı’nın Mahcubiyeti!
  MUSTAFA AKDAĞ
İmam-Hatipler Yeniden Parlıyor
  İBRAHİM SAY 1999 Mezunumuz
EKMEK ARASI LAHMACUNDAN THE İMAM?A
  ADEM ARMAĞAN 1975 Mezunumuz Şair/Yazar
 
 
Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?
Çok iyi
İyi
Fena değil
Kötü

 
 

GAZİ MERT 1964 Mezunumuz Eğitimci Yazar

HOLLANDA VE ALMANYA’NIN TUTUMU HAÇLI ZİHNİYETİNİN DEVAMIDIR…

Tarihte Hıristiyan âleminin, İslam âlemine karşı yaptıkları savaşlar var…

Bu savaşlara Haçlı Savaşları diyoruz.

Avrupalıların 11. yüzyılın sonları ile 13. yüzyılın sonları arasında Müslümanların elinde bulunan ve Hıristiyanlarca kutsal sayılan Kudüs ve dolaylarını geri almak için düzenledikleri seferlere Haçlı Seferleri denilmiştir.

Haçlı Seferleri'nin dini, siyasi ve ekonomik nedenleri vardır:

Dini nedenler: Hıristiyanların, kutsal yerleri, özellikle Kudüs'ü Müslümanlardan geri almak istemesi. Katolik Kilisesi'nin Ortodoks dünyasını egemenliği altına almak istemesi.

Siyasi nedenler: Avrupalıların Türkleri, Anadolu,Suriye,Filistin ve Akdeniz'den uzaklaştırmak istemeleri.

Ekonomik Nedenler: İslam Dünyası'nın zenginliği, Avrupa'nın fakirliği. Avrupalıların doğudan gelen ticaret yollarına hakim olmak istemeleri. Avrupa'da toprak sahibi olmayan soyluların toprak elde etmek istemeleri. Avrupalıların doğunun zenginliklerine sahip olmak istemeleri…

Bugün değişen nedir?

Hiçbir şey… Aynı zihniyet devam etmektedir…

Bir farkla…

O da İslam ülkelerindeki iç karışıklıklar…

Komşularımız Irak, Suriye, Mısır, Filistinli'de iç savaşlar nedeniyle kan gövdeyi götürüyor…

Gün geçmiyor ki; Kundaktaki çocuklar, anneler, babalar, yaşlı dedeler, nineler kardeş kurşunlarına hedef olmasın…

Bir bakıyorsunuz Suriye’de 2000’e yakın masum insan Kimyasal Gaz kullanılarak şehit ediliyor. Bir bakıyorsunuz Suriye’den kaçan Müslüman halk komşu ülkelere sığınıyor…

Bir bakıyorsunuz Mısır’da 1000’lerce kişi Adeviyye Meydanında keskin nişancıların nokta atışlarıyla şehit ediliyor… Tıpkı 17 yaşındaki Esma gibi…

Camiler yakılıyor… Camilere sığınan insanlar bile cami içinde şehit ediliyor…

Afganistan’da, Pakistan’da, Bosna-Hersekte…şehit edilen yüz binlerce masum insan…

Akan kan hep Müslüman kanı…

Birleşmiş Milletler, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Çin ve batı ülkeleri olayları ya tahrik ediyor ya da olaylar karşısında duyarsız kalıyor…

Bundan önceki yıllarda; Afganistan’da, Pakistan’da, Libya’da, Irak’ta, Mısır’da ve pek çok İslam ülkesinde neler olduğunu hepimiz biliyoruz…

Yıllar yılı İsrail, Filistinlilere kan kusturuyor…

İslam dininin insanları ulaştırmak istediği en önemli hedeflerden birisi barış içinde yaşamaktır.

İslamiyet barış dinidir.

İslam kelimesinin bir anlamı da barış halinde olmaktır.

Müslümanlığı benimseyen, İslama inanan, İslamın emirlerini yerine getirmek için çaba sarf eden kimseler; Her türlü şartlarda doğru bildiğine karar vermeli, önce Allahla, sonra kendisiyle, en sonunda toplumla ve insanlıkla barış halinde olmalıdır.

--“Allah'a karşı barış halinde olmak” demek;

Onun gönderdiği emirleri tutmak, yasaklarından kaçınmak, Peygamberleri’ne, kitaplarına inanmak, onun gösterdiği yoldan yürümek demektir.

Allah'a inanan, onun emrettiği şekilde yaşayan, gönlünde Allah inancı olan insanlarla birlik olan, Allah dostlarına destek veren, Allah'a karşı barış halinde olan insandır.

--“Kendine karşı barış halinde olmak” demek;

Dengeli ve dürüst bir hayat sürmek demektir.

Allah’ın kendisine emanet olarak verdiği vücudunu; İçki-kumar gibi kötü alışkanlıklarla yıpratmamasının gerekliliğini bilmektir.

Ölçülü yaşayan, yapacağı görevin kutsallığına inanarak insanlarımızdan destek isteyen ve destekleyeceği kişilerde güven- inanç, dürüstlük arayan, doğruluk prensibinin kutsallığını kendi iç dünyasında yaşatan insan, kendine karşı barış halinde olan insanlardır.

--“İnsanlara karşı barış halinde olmak” demek;

Çevreye kötü örnek olabilecek davranışlardan kaçınmak, herhangi bir mevki ve makama geldiği veya getirildiği zaman topluma yararlı işler yapmak, devletten aldığı her kuruşun hakkını alın teriyle ödemek, layık olmadığı görevlere talip olmamaktır.

Bir göreve talip olacağı zaman yapabileceklerini vaat etmek, değişik vaatlerle işbaşına geldiği zaman dürüst-adil hareket etmek, insanlarla kardeş gibi yaşamaya çalışmak demektir.

Elinden, dilinden ve davranışlarından insanların emin olduğu kimse;

Dürüst, güvenilir, namuslu insandır.

Gönlünde vatan, millet, bayrak sevgisi yatan kimse;

İnsanlığa karşı barış halinde olan kimsedir.

Allah’ın emirlerine inanan ve hatta yönetime talip olan insan;

Yalancılık, sahtekarlık, rüşvet, yolsuzluk, karaborsa, zimmet, iltimas gibi halkımızın benimsemediği davranışlardan kaçınmalıdır.

Kin ve intikam, huzursuzluk, karamsarlık ve hırçınlık gibi zaaflardan kurtulmalı, herkesle barışık olmalıdır.

İç huzura ermek ve vicdanen huzurlu olmak ancak bu suretle mümkün olur.

Komşu ülkelerimizden Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da yaşanan olaylar tamamen İslamın BARIŞ ölçülerine ters düşen bir durum…

Müslümanların Müslüman olmayanlarla münasebetlerinde bile esas olan “BARIŞ”tır.

İslamiyette savaş, kan dökmek için değil, İslamiyeti tebliğ ve Müslümanların emniyetini sağlamak için yapılır.

“-Müslümanları ve Müslümanların topraklarını düşmanın taarruzundan korumak ve esaret altına girmemek ”,

“-İnsanlar arasında güvenliği kurarak din ve vicdan hürriyetini sağlamak”,

“-Zayıfları ve güçsüzleri zalimlerin zulmünden kurtarmak” İslamiyete savaşın haklı gerekçeleridir.

Bunlar “meşru müdafaa” ile izah edilebilecek sebeplerdir.

“Asr-ı saadet” ve bunu takip eden “Hülefa-i Raşidîn” devirlerinde yapılan savaşların hepsi nefs-i müdafaa savaşlarıdır.

“Bedir”, “Unut”, “Hendek” ve diğerleri hep savunma savaşlarıdır.

Müslüman milletimizin tarihteki savaşları da bu espriye uygundur.

Niğbolu, Kosova ve Varna’dan İstiklâl Savaşımıza kadar bütün savaşlarımızda “meşru müdafaa” haklı sebebi vardır.

Malazgirt Zaferi’nden sonra mağlûp ordu ve kumandanına barış eli uzatılmış, İstanbul’un Fethinden sonra Bizans halkına milletimizin tarihi müsamahası sergilenmiş, 30 Ağustos Zaferinden sonra istilacı ordunun kumandanına güler yüz gösterilmiştir.

Cenab-ı Allah Bakara Sûresi’nin 208. ayetinde inananlara sulh çağrısı yapmakta ve şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin.”

Aynı sure’nin 224′üncü ayetinde de barış emri te’yid edilmektedir:

“-Müslümanların arasını düzeltmeniz, günahtan sakınmanız ve iyi olmanız için Allah'a yaptığınız yeminleri engel kılmayın. Allah her şeyi işitir ve bilir.”

“Sulh hayırdır” ayetinde ise, her işimizde “sulhu” tercih etmemiz bildirilmektedir.

Bu sebepte; “Yurtta ve cihanda sulh” dinimizin de emridir.

Yurtta ve cihanda sulh halinde olmak, güçlü bulunmaya bağlıdır.

Sulh ve sükûn istiyorsak, devlet olarak güçlü olmaya mecburuz.

“Güçlü devlet” olmak, dışardan yapılacak saldırılar için caydırıcı bir sebeptir.

İçerde ve dışarıda barış istiyorsak, “en güçlü” olmaya mecburuz.

“Gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız” ayeti bunu emreder.

“Düşmana düşmanın silâhı ile mukabele ediniz.” Hadis-i Şerifi bunu tavsiye buyurur.

Bu sebeple cephede de, cephe gerisinde de güçlü olmalı, sulh ve sükunu sağlamak üzere her zaman hazırlıklı bulunmalıyız.

En etkili barış, kuvvetli olmaktır.

Barışı prensip edinen Peygamberimiz, yaşayışında hep sulh istemiş, fakat bunu sağlamak üzere hep savaşa hazır olmuştur.

Biz de Peygamberi örnek edinen bir millet olarak barışa talip olmalı, ancak bunu sağlamak üzere güçlü bulunmalıyız.

Zira inandığımız Müslümanlık, kendi iç dünyamızda da çevremize karşı da daima “BARIŞ” halinde olmamızı emreden bir dindir.

Biz Türk milleti olarak bugünlere kolay gelmedik. Barış için savaşırken pek çok insanımız cephede kolunu, bacağını kaybetmiş, şehit düşmüştür.

Rus ordularının, Haçlı ordularının, Yunan ordularının yaptığı zulüm nesilden nesil’e anlatıla gelmiştir.

Öyleyse İslam ülkeleri içinde ve ülkemizdeki bu ayrılık niye?

Komşularımız Irak’ta, Suriye’de, Mısır’da bu ihtilaller, bu karışıklıklar niye?

Artık millet olarak, siyasetçi olarak, insan olarak, cemiyet olarak, aile olarak toparlanmaya, birlik-beraberlik içinde, barış içinde yaşamaya mecburuz.

Kur’ân-ı Kerim’de;

“Birbirinizle ihtilafa düşerek çekişip durmayın. Aksi halde başarısızlığa düşersiniz. Gücünüz, kuvvetiniz kaybolup gider,” buyrulmaktadır.

Yine:

“İnanmayanlar bile birbirlerine yardımcıdırlar… Şayet siz böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fitne ve kargaşa ortaya çıkar” buyruluyor…

Peygamberimiz de:

“Sakın benden sonra ihtilafa düşmeyiniz” buyuruyor.

Ayet ve Hadisler bizlere bir mesaj vermektedir.

Aklı başında olan herkes bir konuda karar verirken bu mesajları iyi düşünmesi lazımdır.

Dünya yürüyor…

Yürüyen ve ilerleyen dünyada düşmanca davranmak, barış halinde yaşamamak bizleri çağın ve ihtiyaçların gerisine götürecektir.

İslam Ülkeleri olarak, Türk Milleti olarak, iktidar ve muhalefet partileri olarak menfaatimiz ayrılıkta, kavgada değil, birleşmede ve barıştadır.

2017’li yılları yaşadığımız şu günlerde Referandum süreci içinde Hollanda ve Almanya’nın yaptığı kumpas, kurduğu tuzaklar iyi bilinmeli, her şeyin en doğrusu yapılmalı, verilecek en doğru kararlarla ülkemizin geleceğini, kendi geleceğimizi, çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini kendimiz belirlemeliyiz.

Hoşça kalınız.

27.03.2017