* İLETİŞİM NUMARALARI AYDIN KAYNARPINAR 05054830058ALİ BİLGİÇ 05055020621AHMET BAYAR 05357637429
* KÖTÜ NİYETLİ KİŞİLERİN MEZUNLARIMIZIN TELEFON NUMARALARINI ART NİYETLE KULLANDIKLARINI TESBİT ETTİK. BU NEDENLE NUMARALARI GİZLEDİK. ULAŞMAK İSTEDİĞİNİZ MEZUNLARIMIZIN TELEFON NUMARALARINI İLETİŞİM BÖLÜMÜNDEKİ TELEFONLARI ARAYARAK ULAŞABİLİRSİNİZ
  SEYFİ GÜNAÇTI 1971 MEZUNUMUZ EĞİTİMCİ YAZAR
Adana yollarında
  MUSTAFA VARLI 1963 MEZUNUMUZ E.HATAY İL MÜFTÜSÜ
HAYIRLI SABAHLAR
  AHMET BULUT 1970 MEZUNUMUZ EMEKLİ GAZİANTEP İL MÜFTÜSÜ
ŞEFKAT ABİDESİ ANALARIMIZ
  DR ALİ CAYMAZ 1990 Mezunumuz
İMAM-HATİP LER
  SELAMİ KAYTANCI 1971 Mezunumuz Eğitimci
Deve kuşu gibi olmak!..
  GAZİ MERT 1964 Mezunumuz Eğitimci Yazar
ANAMUR’DA BİR İLK: BILDIRCIN ÇİFTLİĞİM
  NİZAMETTİN DURAN 1975 Mezunumuz Eğitimci Yazar
Diyanet İşleri Eski Başkanı’nın Mahcubiyeti!
  MUSTAFA AKDAĞ
İmam-Hatipler Yeniden Parlıyor
  İBRAHİM SAY 1999 Mezunumuz
EKMEK ARASI LAHMACUNDAN THE İMAM?A
  ADEM ARMAĞAN 1975 Mezunumuz Şair/Yazar
 
 
Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?
Çok iyi
İyi
Fena değil
Kötü

 
 

NİZAMETTİN DURAN 1975 Mezunumuz Eğitimci Yazar

Arboretum Gezisi ve Ağaç İstismarı!

Bayram vesilesiyle gittiğimiz Yalova ziyaretinde, gezip gördüğümüz Sudüşen Şelalesi, Yürüyen Köşk gibi yerler arasında Ağaç Müzesi de vardı. Birbirinden harika, gezilmeye ve görülmeye değer yerlerdi her biri. Bu yörede efsaneleşen ve ünü dört bir yana yayılan Yürüyen Köşk, başlı başına doğa ve ağaç sevgisinin sembolüydü. Uzayan çınar ağacının köşke zarar verme noktasına geldiğinde, kesilmesi gerektiği fikrine Atatürk’ün karşı çıkmasıyla köşk, raylarla 4,80 m. civarında kaydırılması dillere destan olmuş bir vakıaydı.

Çevre kültürüyle tarihin yoğrulduğu mekânları gezmek, görmek kaçırılacak fırsat değildi elbet. Biz de “ağaç müzesi” denilen alanı gezmek istedik. İnsan, ağaca düşkün olur da ağacın envai çeşidinin bulunduğu mekânı görme fırsatını hiç kaçırır mı? Biz de kaçırmamaya çalıştık. Bayramın dördüncü günü, öğleden sonra merakla göreceğimiz yere doğru yola koyulduk. Gittiğimiz yer Yalova merkezden 15 dakikalık mesafede, Termal Yolu üzerinde, Samanlı Köyü’nde bulunmaktadır. Gezi konumuzla ilgili bazı bilgileri sizlerle paylaşmak isterim.

Gezeceğimiz yer bir arboretumdur. Hemen aklımıza “arboretum”un ne olduğu sorusu geliyor, tabii ki. Bununla ilgili internette yapacağınız aramalarda ilk karşınıza gelen bilgi şöyledir: Ağaç parkı manasına gelen Arboretumun genellikle akademik amaçlarla oluşturulmuş ağaç ve bitki türleri bulunan bahçe, park veya alanlardır. Bunların, bilimsel araştırma ve gözlemlere zemin hazırlama noktasında envai çeşit canlı ağaçları bünyesinde barındıran birer müze hüviyeti taşımakta oldukları yönündedir.

Şimdi, Türkiye’de çevre ve doğa bilincini geliştirmeye yönelik bu harika çalışmaların adlarını zikrederek gezimize geçebiliriz:

Atatürk Arboretumu, Karaca Arboretumu, Kovada Çayı Arboretumu, Çukurova Süleyman Demirel Arboretumu, Köyceğiz Yunus Emre Arboretumu, Anadolu Arboretumu, Kavaklı Arboretumu.

***

Doğrusunu söylemek gerekirse biz oldukça heyecanlıydık, merakımız da heyecanımızı artırıyordu. Farklı bir dünyayı görmek ve incelemek kimi heyecanlandırmaz ki? İşte biz de bu haleti ruhiye içinde bu sihirli dünyaya doğru ilerliyorduk. İtiraf edeyim, başka bir heyecanı daha yaşıyorduk, bu da, farklı bir hayatla ilgili, karşılaştığımız sıra dışı olgularla ilgili gördüklerimizi, görüşlerimizi ve izlenimlerimizi sizlere en iyi şekilde aktarabilmenin heyecanıydı. Bu sebeple imkânlar ölçüsünde gezinin her adımını sizlere sunmanın gayreti içerisinde olduk.

Randevu üzerine gittiğimiz için bizi Ufuk Fırat Özaydın adında ziraat mühendisi, genç bir fahri rehber karşılamıştı. Çünkü burada ziyaretler rehber eşliğinde yapılmaktadır. Kendi başınıza gezemiyorsunuz. Geniş gruplar ve dış mekân çekimleri için randevu alınması da gerekmektedir. Ziyaret saatleri 10.00–12.00 ve 13.00–17.00 arasında ve halka açık yapılmaktadır. Okullar, randevulu olarak gezi yapabilmektedir. Rehber eşliğindeki gezi, 40 dakika sürmektedir. Giriş ücreti olarak 10 TL. alınmaktadır.

Anadolu’nun her tarafını gezen, ağaçları ve bitki örtüsünü inceleyen ve bu arada hızlı bir çölleşme tehdidinin farkına varan, bitki türlerinin de yok olduğunu gören Hayrettin Karaca, giderek olumsuzlaşan bu tablodan hareketle 1972 yılında sanayici arkadaşı Nihat Gökyiğit’le birlikte TEMA’nın (Türkiye Erozyonla Mücadele ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı) kurulmasında öncülük etmiştir. 1980 yılında da Karaca Arboretumu kurmuştur.

Rehberimizin eşliğinde arboretumun bahçe kapısına doğru yürüdük. Rehberimiz bizlere profesyonel bir rehber gibi ayrıntılarıyla birlikte anlatmaya başlamıştı. Girişin tam karşısında köşk vari bir ev gördük. Biz sormadan rehberimiz, oraya yaklaşmanın yasak olduğunu, orada Hayrettin Bey’in dinlenmekte olduğunu söyledi. Tabi ki o yaşta olan birinin dinlenmeye ihtiyacı olacaktı.

Anlata anlata ilerleyen rehberimizi pür dikkat dinliyor ve onu takip ediyorduk. Hayrettin Karaca’nın burayı nasıl kurup oluşturduğunu anlattı. Birçok bitkinin varlığından, bizzat kendisinin getirdiğinden söz ederken ayrıca hediye olarak da pek çok bitkinin geldiğine de değindi. Bu alan, 135 dönüm olmakla birlikte kendisinin gezdirebileceği alanın sadece 5-6 dönüm olduğunu ifade etti ve sözlerine şöyle devam etti:

“Burada yedi bin çeşit bitki vardır. İki bini otsu, beş bini de odunsu bitkidir. Şu gördüğünüz ağaç, Okaliptüs ağacıdır. Mentollü bir bitkidir. Aşağı yukarı mentol olan her şeyin içinde vardır ve yaprakları kullanılmaktadır. Bunlar da Palmiye ağaçlarıdır. ‘büyükleri yok mu?’ diye soranlar oluyor. Var tabi. Güneyde bunlardan çok var.” Bizim ekipten: ‘Hatay’da mesela!’ diye ekleme yaptılar. Rehberimiz başını sallayarak bu eklemeyi onayladı ve devam etti:

“Bunlar Akasya, akasyanın sarıçiçekleri olduğu gibi beyazları da olmaktadır. Yeri gelmişken bahsedeyim, dallarında hayvan figürü bulunmaktadır. Mesela, şu gördüğünüz sincap figürü gibi. Bakın, yanakları, gözü, alnı, ağzı ve burnu rahat görülebiliyor. Şu açıdan bakarsanız daha güzel görme imkânınız olacaktır.” ‘Evet evet gerçekten… ne kadar da sincaba benziyor!’ tasdikleri arasında rehber devam ediyor anlatmaya: “Bu, Japonlar için kutsal bir ağaçtır. ‘Bu şekiller doğal mıdır?’, derseniz, tabii ki değil! Şöyle olmaktadır; ağaç yaş iken tellerle bunlara şekil verilmektedir. Yani bir nevi doğal genetiği ile oynama suretiyle bu şekiller elde edilmektedir.

Bunlar da Bambular. Bambu ağacının özelliği şudur: Pandalar için önemli bir vitamin kaynağıdır. Çünkü içindeki şekerli özsuyu emerek beslenmektedirler. Bambunun çok esnek, kuvvetli ve hafif bir yapısı vardır, mobilyada ve tekstilde kullanılmaktadır. Ürünlerinin içinde çok pahalı olanları vardır. Bundan çorap ve halı bile yapılmaktadır. Özellikle bebek ürünlerinde çok kullanılmaktadır. Bitkinin yapısal özelliği, ilk beş senede boy artışı göstermiyor, rizomla çoğalmaktadır. Yani şu gördüğünüz kökleriyle. Onların başlarından fide atmaktadır. Kesinlikle tohumla çoğaltamıyoruz. Fidesi de suda köklendirildikten sonra ancak çoğaltılabiliyor. ‘Bambu, ülkemizde yetiştiriliyor mu?’ diye bir soru akla gelebilir. Eh işte şöyle veya böyle yetiştiriliyor, ama istenilen sonuç alınamıyor tabi. Çünkü bu bir tropikal bitkisi olduğundan kesinlikle bizim iklimimize uygun değildir.

Arkadaşlar, bu ağaç Kayın; Avrupa Kayını. Ağaçlara dokunun, ben şahsen ağaçlara dokunup hissetmenizi isterim. Bu da Fil ağacıdır. Yapraklarını döktükten sora file benzemektedir. Fil ağacı denmesinin sebebi budur. Dokunabilirsiniz.” Hafif adımlarla ilerliyorduk. Başka bir ağacın yanına geldik ve onu tanıtmaya koyuldu:

“Benim için en büyük ve en değerli ağaç bu: Ginkgo ağacı. Buna Mabed ağacı dendiği gibi Beyin ağacı da denmektedir. En büyük özelliği atom bombası atıldığı zaman zarar görmeyen tek canlı oluşudur. Şöyle bir özelliği daha var bunun, dallarında sarı ve yeşil erik benzeri yapılar görebilirsiniz.” Aramızdan biri, ‘Japon eriği’ diye eklemesini de onaylayan rehberimiz devam ediyor: “Evet, bu erik benzeri yapılar, yeniyor mu, yeniyor, ama daha çok kozmetik sanayiinde kullanılmakta ve yaprakları aktarlarda satılmaktadır. Çayı yapılıyor. Zihni açtığı ve hafızayı kuvvetlendirdiği de söyleniyor. Beyin ağacı denmesinin sebebi budur. Bu da Mamut ağacı, bunun en büyük özelliği şudur: Bir km’ye kadar kök yapısı enine doğru büyüyebiliyor. Kadife bir dokusu var, yumuşacıktır. Burada her ağacın öyküsü ayrıdır. Uzun zaman, yaklaşık iki bin yıldan fazla yaşar. Devasa büyüklüktedir. Bulunduğu bölgede içini oyup yol ve tünel yapmışlar, adeta görsel bir şölen, mükemmel bir şey…” yine ekipten biri, Hatay Samandağ, Hıdırbey Köyündeki Musa ağacını sordu. ‘Ne diyorlardı ona. İçine on, on beş kişi sığıyordu, çınar ağacı mı neydi? Evet evet çınar ağacı’ dedi. Rehber anlatmaya devam ediyor: “Şu da Japon Kadife çamı. Plastik bir yapısı var. Yosun ağacı da denir buna.

Bu, Mavi Ladin, adını nereden alıyor? Çam ağaçlarının çoğu kış ağaçlarıdır. Yapraklarının ince olmasının sebebi, su kaybetmemeleri içindir. Güneş gördükleri zaman su kaybederler. Güneş gören yerlerini korumak adına bir sıvı salgılarlar, asıl rengi koyu yeşildir, ancak bu sıvıyla kendini korumaya alarak mavi renge dönüşüyor güneşte. Bu yüzden de Mavi Ladin demişler buna. Bu gördüğünüz ağaç da Lübnan Sediridir, Lübnan’ın bayrağında resmi vardır. Adını buradan alır.” Rehberimiz bu tanımlamasıyla ağacın bu özelliğine vurgu yapmaktadır.

“Avrupa Ladini ağacı ise, açık yeşildir. Kozalarını salladığınız zaman içinden tohumları düşer, çoğaltımı böyle yapılmaktadır.”

Avrupa Ladininden sonra rehberimiz, farklı bir şey söyleyecek gibi söze girdi: “Gelgelelim buna… Adana ve Hatay bölgesinin meşhur dikenli inciri, bu bitkinin ticareti yapılmaktadır. Çölde susuz kaldığı

zaman develerin bunun içindeki suyu içtiği söylenmektedir. Bu bitki, Kaynanadili diye de bilinmektedir…”

Nadide ağaçların ve bitkilerin içinden yavaş adımlarla ilerlerken hem rehberi dinliyor hem de etrafı temaşa ediyorduk. Önümüzde bir göl gördük. Kaplumbağaların hayat bulduğu anlaşılan bir göl; çünkü etrafında güneşlenen bu güzel hayvancıkların keyfi bunu gösteriyordu. Gölün nilüferlerle kaplı oluşu, etrafının da envai çeşit ağaç ve bitkilerle çepeçevre kuşatılmış olması, buradaki her şeye adeta hayat veren bir cennet bahçesi görüntüsü vermekteydi.

Hem temaşa ediyor hem de rehberin anlatımını pürdikkat dinliyorduk.

“Şundan bahsetmek istiyorum: Karaca Arboretumu, Uluslararası Dendroloji (Ağaç Bilimi) Cemiyeti tarafından bir ödüle layık görülmüştür. Bu ödül, Uluslararası Dendroloji Cemiyeti Başkanı tarafından Karaca Arboretum’da düzenlenen törenle Hayrettin Karaca’ya verilmiştir. Dünyada şimdiye kadar bu ödül, 14 Arboretuma/ Koleksiyon bahçesine verilmiştir. 15. Arboretum ödülünü alan da Karaca Arboretum olmuştur. Bu, dünya çapında bir ödüldür. Dikkat ederseniz, burada da görüldüğü gibi görsel olarak ve sergilenmek amacıyla kayaya monte edilmiş vaziyette durmaktadır, adeta motiflenmiş buraya.” “Neden verilmiş?” diyerek ödülün neden verildiğine ve önemine dikkat çekip şunları söyledi: “Ödül aslında şudur: Türkiye’nin ilk Özel Arboretumu ve aynı zamanda dünyada ve Türkiye’de koruma altına alınan ‘gen merkezi’ olarak da kabul edilen bir yer olduğu için bu ödül layık görülmüştür.” Sözleriyle gezinin sonuna gelmiş bulunmaktaydık.

Herkesin çok memnun ve mutlu olduğu harika bir kültür gezisinden sonra rehberimize teşekkür ederek “Ağaç Müzesi”nden ayrılıp dönüş yoluna koyulduk. Yolda çevreye, yaşadığımız hayata nasıl bakmamızın gerektiğini ve önemini düşündüm. Çünkü sadece biz yaşamıyorduk bu yerkürede. Bizimle beraber envai çeşit canlı da yaşıyordu. Birlikte yaşama kültürünün ancak bu evreni güzelleştireceği ve yaşanır kılacağı, gözardı edilemeyecek derecede hayati bir gerçeklikti. Ama ne yazık ki insanoğlu, zaman zaman büyük bir gafletin ve aymazlığın içerisine düşerek bencilleşebiliyor. Yaptıklarına bahane ve mazeretler üretmede öyle ileri gidiyor ki adeta tanınmaz bir hal alabiliyor. Bulunduğu durumu görmeyerek ve hatta gözlerden kaçırarak, hep bir başkasını suçlayarak işin içinden sıyrılmayı yeğliyor. Böylece vicdanının rahatlayacağını sanıyor. Ama nafile! Vicdanın, yalnız kaldığında asıl onu sorguya çekecek olan iç denitimin kendisi olduğunu ve asla ondan kurtulamayacağını unutuyor.

Burayı gezdikten sonra çevre, ağaç, doğa diye avazı çıktığı kadar bağıranların, acaba hayatında bir kerecik olsun yolu, böyle bir yere düşmüş müdür? Bir kere düşse, uğrasa, orayı görse ve havasını teneffüs etse, ağaca, çiçeğe, insana ve dahi her tür hayata sahip çıkmanın kutsiyetini iliklerine kadar hissedeceğinden zerre şüphem yoktur. Çevreye samimiyetle sahip çıkmakla tribünlere oynayarak şov yapma arasındaki farkı gördüğümüz zaman ancak hem ağacın, hem çiçeğin, hem hayvanın ve de insanın yaşamının gerçek manası anlaşılacaktır. Samimiyetsizce, ikide bir ağaçları aşağılık amaçlara araçsallaştırmanın, hangi düşünceden olursa olsun sahibine fayda getirmeyeceği gibi, kimseye de bir yararının olmayacağı bilinmelidir.

Evet, ne zaman ki meselemiz “ağaç meselesi olur”, işte o zaman ödün vermeyeceğimiz ortak değerlerimiz olacak demektir. Adamına göre muamelenin sökmeyeceği ahlaki bir yapıda, bir ve beraber olmanın tadıyla hayatın güzelliğini ve huzurunu bulacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.

Burayı gezip görenin ruh dünyasında, ağaca, hayvana ve insana gerçek manada değer veren bir zihniyetin toplumu sarıp sarmalayıp kucaklaması yönünde olan bir dileği yeşerteceği hususunda kuşku yoktur! Yeter ki insanoğlu yaradılışının mana ve hikmetini kavramış olsun.

25.8.2019